Ben hayatımda hiç cenazeye gitmemiştim. En son bu derece bir yakınım öldüğünde çok küçüktüm, zaten cenazeler benim için, toplumun showbiz ajitasyonundan başka bişey değildi. Evet, anlamsız geliyordu, adam öldü lan, nedir bu kendinizden geçmeleriniz, yarış mı var ortada, en çok ben seviyorum öleni diye? Ağlayan kadınlara acırdım, ikide bir merhumun yanına gidip dövünenlere. Bağırmak isterdim, orda kimse yok, o da biraz sonra kan dolaşımı durduğundan çürümeye başlıycak, o adam da senin kadar bir tesadüfün ürünü. Gitmezdim mümkün mertebe cenaze evlerine, ertesi gün yapılan dedikodulardan iğrenerek "Merhumun ailesi de şöyleymiş, şu kadar borcu varmış, şu namazda saf tutmamış, şuna yemek veren olmamış."
Ben bugün hayatımda ilk defa cenazeye gittim, ben bugün hayatımda ilk defa "dostlar sağolsun" dedim, ben bugün hayatımda ilk defa ağlayıp dövünen kadınlara kızmadım, onları teselli ettim, ben bugün hayatımda ilk defa en sevdiklerimi bu kadar perişan gördüm, perişan oldum. Küçükken bana dev gibi gelen adamlarla yanyana ağladım ve o devlerin ne kadar kırılgan olduklarını gördüm. İnanmadığım dinde dualar ettim, inanmak istedim, orada yatanın bir bedenden fazlası olmasını istedim, bizi görsün, ya da en azından olsun istedim.
Çünkü zor. Alışkanlıklarımız vardır, her sabah o gözlük aynı yerde olsun isteriz, dahi anlamına gelen de hep ayrı yazılsın isteriz, her perşembe uykusuz, her pazartesi dexter çıksın isteriz. Bunlar ki yokluğu farkedilir, bir insanın yokluğunu düşün! Doğumdan itibaren değişmeyen gerçekler değişiyor, küçükken kafamın karıştığını hatırlıyorum, benim kaç tane dedem var anne? Asıl şimdi,bundan sonra yaşayacaklarımı düşünüyorum, hayır her bayram orada oturan orada yok, hayır her gece sen ineklerken gelip, bu kız niye hiç uyumuyo diyen yok.
Küçükken, hastalanmaktan nefret ederdim. Çünkü ne zaman hastalansam, karnın mı ağrıyo kızım, miden mi bulanıyo diye sorarlardı. İnatla sorardım, karın ağrısı nasıl olur, karın ağrısı nedir? Çünkü benim o an yaşadığımı, hissettiklerimi onlar bilemezlerdi, ben de ağrının ne olduğunu bilemezdim. Ağrı, sadece bir kelime, neyi tanımlar, acı değildir, ağrıyı nasıl tanımlar ki insan? Ben annemin acısını nasıl hissedebilirim, nasıl aynı ağrıya sahip olabiliriz?
Kişi ne kadar dilde usta olursa olsun, duygularını anlatsın, yazsın, başka birine hissettiklerini anlatamaz, çünkü kişi tektir, birbirinin zihnini okuyamadıkça, duygular ancak benzer olabilir. Her ne kadar dövünenleri bir nebze anlasam da yine de dipte kişilik bozukluklarının ve ilgiye olan ihtiyacın varlığına inanıyorum. Dediğim gibi sen ne kadar yırtınırsan yırtın, o acı, senin acın sana ait, sen tanımlarsın, başka kimse anlamaz.
Ben, yalnız kalıncaya dek kandırıldım. Bir bütünün içinde, hepimiz acı içinde, kayıp gidenin yokluğunu, ona olan özlemimizi dile getirerek doldurduğumuzu sandık, acımızı tekrar tekrar kanattık. Oysa benim ağrım vardı. Benim ağrım var.
14 Aralık 2010 Salı
6 Aralık 2010 Pazartesi
Soon You Are Unconstrained!
Soundtrack: Vodka-Korpiklaani (eheheh yoksa aida niye yazı yazsın haftaiçi haftaiçi)
Bir aida klasiği olarak, yine çalışmak yerine buradayım. Oysa bir aydır ders dinlemediğimin yeni farkına varmışken, çalışmak tek çözüm değil de nedir? Ya da çözümü var mıdır? Görücez. Ya o değil de, baktım şöyle bi 5-6 yazıdır hardcore ergen gidiyorum ne ayaktır, neden bu kadar kendimle çelişiyorum bilemedim.
Bir aida klasiği olarak, yine çalışmak yerine buradayım. Oysa bir aydır ders dinlemediğimin yeni farkına varmışken, çalışmak tek çözüm değil de nedir? Ya da çözümü var mıdır? Görücez. Ya o değil de, baktım şöyle bi 5-6 yazıdır hardcore ergen gidiyorum ne ayaktır, neden bu kadar kendimle çelişiyorum bilemedim.
Kişinin en aktif olması gereken yaşta, hayatı izlemek zorunda bırakılması, modern toplumun bireye karşı zorbalığından başka bir şey değildir bence ve inanırsak olur bence. Ne diyordum, ben 50 yaşımda dünyayı dolaşmak istemiyorum arkadaşım, ben 20 yaşımda dolaşmak 50 yaşımda Finlandiya'da göl kenarı stüdyo-malikanemi almak, kapatmalarımla huzurlu bi hayat yaşamak istiyorum. E ama 24 yaşına kadar okuyosun zaten?
Skype hezeyanlarımdan örnek vermek gerekirse, bulabildiğim ilk araçla kuzey illerimizden birine atıp kendimi unutana kadar içmek istiyorum, tanımadığım sokaklarda, evlerde, tanımadığım elemanlarla uyanmak istiyorum. Tamamen self destructive bi hayat yaşamak istiyorum, gerekirse sokakta donarak ölmek, gerekirse kafam iyiyken motorsikletle kuzey buz denizine uçmak istiyorum. Sonuçta, ölmesem bile yaşamım boyunca aklımda kalacak, aklımdan çıkmayacak tek anım bu olacak, neden ölmeyeyim ki gereksiz olsa bile? Saçmaladığımın da farkındayım ama etrafımdaki herkes, geleceği için çalışırken, telaşlanırken, gününün kaçıp gittiğine yanan sadece ben miyim?
Gerçekten, o diploma, o ünvan benim işime yaracak mı? Kendi küçük evrenimi kurmak istemiyorum, kendimi kandırmak istemiyorum, hatırladığım tek hayat bu olacak, neden kişisel zevklerimi önemsemeden diğerlerininkini tatmin edeyim?
Uçmak istiyorum, ( yine both literally & figuratively) tamam bu sene olmasın, gelecek sene de olmasın, tamam lan, 4 sene sonra olsun ama olsun! Yaşlanınca, geriye paradan başka şeyler de bırakmak istiyorum, mümkünse seyahatnameler, national geographic best author award, dünyanın en muhteşem insanı ödülü vb. olsun.
[Zaten yaşlanıyorum, ruhumda varmış yaşlılık, bunu farkettiren ib programına ve türk eğitim sistemine teşekkürlerimi sunarım(!).
Skype hezeyanlarımdan örnek vermek gerekirse, bulabildiğim ilk araçla kuzey illerimizden birine atıp kendimi unutana kadar içmek istiyorum, tanımadığım sokaklarda, evlerde, tanımadığım elemanlarla uyanmak istiyorum. Tamamen self destructive bi hayat yaşamak istiyorum, gerekirse sokakta donarak ölmek, gerekirse kafam iyiyken motorsikletle kuzey buz denizine uçmak istiyorum. Sonuçta, ölmesem bile yaşamım boyunca aklımda kalacak, aklımdan çıkmayacak tek anım bu olacak, neden ölmeyeyim ki gereksiz olsa bile? Saçmaladığımın da farkındayım ama etrafımdaki herkes, geleceği için çalışırken, telaşlanırken, gününün kaçıp gittiğine yanan sadece ben miyim?
Gerçekten, o diploma, o ünvan benim işime yaracak mı? Kendi küçük evrenimi kurmak istemiyorum, kendimi kandırmak istemiyorum, hatırladığım tek hayat bu olacak, neden kişisel zevklerimi önemsemeden diğerlerininkini tatmin edeyim?
Uçmak istiyorum, ( yine both literally & figuratively) tamam bu sene olmasın, gelecek sene de olmasın, tamam lan, 4 sene sonra olsun ama olsun! Yaşlanınca, geriye paradan başka şeyler de bırakmak istiyorum, mümkünse seyahatnameler, national geographic best author award, dünyanın en muhteşem insanı ödülü vb. olsun.
[Zaten yaşlanıyorum, ruhumda varmış yaşlılık, bunu farkettiren ib programına ve türk eğitim sistemine teşekkürlerimi sunarım(!).
Beni yaşlandıranlar demişken, Helal Koç, nedir ya? Jehan Barbur nam melaikeden gelsin yoluma çıkma ya, beni mütemadiyen şişko sivilceli bıyıklı maskülen asena gibi hissettiriyosun dostum! Nerde kelebekler?! İçindeki femineniteyi( bu nedir ya ne diyosun) gözüne kestirdiği masum gençle ortaya çıkarmaya çalışan, karşı taraf da yukarıdaki mükemmel özellikler yüzünden haklı olarak uzak durunca, onu "odun" olarak yaftalayan arabesk tipik genç kız olmak istemiyorum ben. Zaten yazıları baştan okuyanlar fark edeceklerdir ki, olmak istediğim her şey oldum, neyse ya kendi evolutionımı izleyebiliyorum bu da bir şey. ]
Köşeli parantez dahilindekiler eski yazıdan alıntıdır, evet, aida tembelin önde gidenidir başını beğendiği yazıya devam yazmıştır sadece. hıhı evet.
Son olarak:
VODKAAAAAAAĞ!
Köşeli parantez dahilindekiler eski yazıdan alıntıdır, evet, aida tembelin önde gidenidir başını beğendiği yazıya devam yazmıştır sadece. hıhı evet.
Son olarak:
VODKAAAAAAAĞ!
4 Aralık 2010 Cumartesi
Sadece Girişi Olan Yazı
Aida'nın odası, nadasa bırakılmış tarladaki fare deliği gibidir, yerleşik olduğu kadar göçebe, dar olduğu kadar dolu. Bir ucundan baktın mı, diğer ucundaki kitap yığınlarını görürsün, yapılmamış ödevleri, sınav öncesi fotokopilerini. Kapanmayan çekmeceler vardır o odada ve masanın bozulmuş kızağı. Her an üstüne bir şey düşecekmiş gibi olur... düşmez. Fantastik filmlerdeki hayaletlere benzer, korkutur ama zarar veremez. Sarıdır bu oda, 9.sınıf hocalarımızın bastıra bastıra ezberlettiği, hastalık sarısı. Woolf bile kabul etmez ki burası herhangi birine "ait" olsun. Yoktur çünkü kişiliği, aida'ya ait değildir, tembellikten olsa gerek, kimbilir otuz sene önce çilekten alındığı gibi durur mobilyaları. Belki, aida'dan başka otuzbin kişide de vardır aynı masa, yatak, ve evet belki de makineleşmedir kişiliksizleştirilmeye neden olan. Evet, aida'nın odasının kişiliği yoktur ama yüzü vardır, birden fazla. Aida'ya göre şekillenir, onu taklit eder, ki genellikle yıpratır, aida'dan aldığını geri vermediği için.
Ve evet, aida ergenleşmektense, adını duyduğunda titremesi gereken adamları taklit etmeye karar vermiştir düşüncelerini anlatmak için. Kafka'dan sonra Yaşar Kemal denemesi Elif Şafak'la sonuçlanınca aslında odasının uzun betimlemelere gereksinim duyulmadan da kişinin ruh halini yansıttığını fark etmiştir. Zaten aida, bir önceki taklitte de belirtildiği gibi karmaşık bir karakter değildir, bu nedenle uzam da dolaylı yoldan sığ ve anlamsızdır.
Aida'nın odası, fare deliğidir, aida ise muhteşem ornitorenklikten fareliğe düşmüştür. Sebepleri vardır, ne zaman kendine ait bir şey yaratmaya çalışsa çalınmaktadır, yok edilmektedir, hor görülmektedir. Varolduğunu sandığı kişiliği, sıradanlaştırılmaktadır, Aida kişiliksizleştirilmektedir. Hayır dostlarım, bu bir ergenin ketçapla intihar öncesi serzenişleri değildir, irdelenirse, sadece edebi taklit amaçlı yazıldığı fark edilecektir. Kullanılan dildeki Elif Şafak'lık yazarı da deli etmektedir mamafih yazarın pişmanlığını dile getireceği başka bir platformun olmaması, siz okurları, Kafka'ya da,Elif Şafak'a da, bilinmeyen kelimeler kullanmayı seven entele de, liseli ergene de katlanmaya mahkum eder.
Ayrıca, katlanamayacaksanız okumayın arkadaşım. Nereden çıktı ki, fikirlerini başkalarıyla paylaşma aşkı? Pişmanım evet, kendimi kendi kararlarını veremeyecek kadar güçsüz hissedip otuz senedir, başkalarının kararlarını onayladığımı sanarken, benden güçsüzlerin, acizlerin varlığına dayandığım için.
Hitler'e hak vereceğimi Bruce kendisi gelip söylese inanmazdım.
PS: Bu kadar kasıntı bi girişten sonra başka bir şey yazasım gelmedi, bırakalım kasvetli kalsın.
15 Kasım 2010 Pazartesi
I Found the Cat! (Figuratively or Literally?)
Evet, deney raporlarım bitti demişim güzel güzel, aman hayat ne güzel. Bok biter o raporlar, bu yazıyı bir rapor bittiğinde tekrar oku bak sana söylüyorum bitmeyecek,sen tükeneceksin gene bitmeyecek. Hah, hayır bu yazı güzel olacak dostlarım, iyimser olacak, internet üzerinden ödev yapmak için babamın telefonunu zaptederek bloga yazı yazmak içimi acıtsa da Eskişehir'deyim lan, mutluyum huzurluyum. Yalnız, dedemlerin klavye tıkırtısını bile tüm evde duyabileceğiniz aşırı huzurlu evinde fenalık geçirmeden atlatsam şu haftayı, daha da mutlu olabilirim mesela ben. Ah, şu an, sabah değil tam bu sırada adalar'da bi cafede porsuk'a nazır yazıyor olmak vardı bunları, ya da yazamayacak durumda olmak vardı. Amma ve lakin her iyiliğin içinde bokluk var mottosunu kafama dank ettiren hastalık, ilaçlar, yarın sabah 7 çeyrekte yolda olma durumunun verdiği telaş, yazmak gereken sınavların ödevlerin raporların, çözmek gereken soruların yarattığı tedirginlik hissi(oha ya cümleyi ben bile anlamadım yazsana kısa kısa derdin ne senin?!), alıkoyuyor beni adalarımdan. Ayrıca sabahtan beri it gibi arşınlamaktayım doktorları adaları ki özlemişim ya. Cidden güzel memleket, yaşanacak memleket ya burası. Kitapçımı özlemişim gümüşçümü özlemişim zartımı özlemişim ay pek duygusal oldu başka özlediğim bişi de kalmamış zaten 4.5 liraya 3 kişi yemek yedik nasıl oldu biz de anlamadık acaba kedi mi yedik yok ya kuş da olabilir at da olabilir aman neyse topraktan geldik toprağa gidiyoruz.
Karnımda kelebekler pogo mu yapmakta,
Yoksa yediğim kedi mi vicdanımı ya da midemi içten içe kemirmekte olan ?
Evet, bu durumda anlıyoruz ki ya aşık olduk ya yamyam.
Zaten belliydi lan bi iki önceki yazımdan where is the cat falan?
Her iki yönden de etti mideyi tarumar Aidablake nam ozan.
*alkış*alkış*alkış*
Karnımda kelebekler pogo mu yapmakta,
Yoksa yediğim kedi mi vicdanımı ya da midemi içten içe kemirmekte olan ?
Evet, bu durumda anlıyoruz ki ya aşık olduk ya yamyam.
Zaten belliydi lan bi iki önceki yazımdan where is the cat falan?
Her iki yönden de etti mideyi tarumar Aidablake nam ozan.
*alkış*alkış*alkış*
11 Kasım 2010 Perşembe
Saat 02.17 ve benim deney raporlarım bitti.
E ben de bittim bittabi.
29 Ekim 2010 Cuma
"Execute order 66" said Big Brother
Soundtrack: http://fizy.com/s/1b0iuq
Kendimi 1984'te hissediyorum. Hayır, yıl değil kitap olanı. Koşa koşa geldi kardeşim çağırmaya "Abla 47000 havaifişek atıyolarmış!" "neden?" "29 ekim ya". Uzun zamandır televizyon seyretmiyordum, haber daha doğrusu, evet biliyorum, medya iktidarın sözcüsü, evet biliyorum, inanmamak lazım kanmamak lazım hiç bir dediğine. Bildiğim için, aslında bu işleyiş içinde ne kadar aciz olduğumu farkediyorum. Tarih, yeniden yazılıyor, aman eskisi de doğru değildi, hayır biz onlarla dost değildik ki hiç bir zaman, bakın onlar aslında bize şuzamanda ihanet etmiş, o sizin idol dediğiniz var ya, geceleri altına kaçırırmış. Manipüle edilmek çok kolay. Kullanılmak çok kolay. Diz kırmak da kolay, aslında kırdırmak da.
Tek başına,sırf ertesi gün yenmesin diye çürümek üzere buzdolabına konulmamış lezzetsiz yemek gibiyiz. Evet, mide fesadı geçiriyorum ama bunun konuyla alakası yok.(uzun süredir ilk ciddi yazımdı hay aksi) Ama gerçekten birey olarak hiç bir gücümüz yok, aslında fareleriz, gemiyi ilk terkeden, üzerinde deneyler yapılan, ezilen, sevilmeyen.
Ya hani revenge of the sith'de execute order 66 den sonraki gelişmelerde kullanılan bi müzik vardı ( john williams'a tapılır.) her şey yıkılırken, jedilar ördek gibi avlanırken, anakinimin gözünü kan bürümüşken. Hah işte o şarkı ne hissettiriyorsa ondan hissediyorum.( george lucas ne içtiyse aynısından istiyorum.)
Kendimi 1984'te hissediyorum. Hayır, yıl değil kitap olanı. Koşa koşa geldi kardeşim çağırmaya "Abla 47000 havaifişek atıyolarmış!" "neden?" "29 ekim ya". Uzun zamandır televizyon seyretmiyordum, haber daha doğrusu, evet biliyorum, medya iktidarın sözcüsü, evet biliyorum, inanmamak lazım kanmamak lazım hiç bir dediğine. Bildiğim için, aslında bu işleyiş içinde ne kadar aciz olduğumu farkediyorum. Tarih, yeniden yazılıyor, aman eskisi de doğru değildi, hayır biz onlarla dost değildik ki hiç bir zaman, bakın onlar aslında bize şuzamanda ihanet etmiş, o sizin idol dediğiniz var ya, geceleri altına kaçırırmış. Manipüle edilmek çok kolay. Kullanılmak çok kolay. Diz kırmak da kolay, aslında kırdırmak da.
Tek başına,sırf ertesi gün yenmesin diye çürümek üzere buzdolabına konulmamış lezzetsiz yemek gibiyiz. Evet, mide fesadı geçiriyorum ama bunun konuyla alakası yok.(uzun süredir ilk ciddi yazımdı hay aksi) Ama gerçekten birey olarak hiç bir gücümüz yok, aslında fareleriz, gemiyi ilk terkeden, üzerinde deneyler yapılan, ezilen, sevilmeyen.
Ya hani revenge of the sith'de execute order 66 den sonraki gelişmelerde kullanılan bi müzik vardı ( john williams'a tapılır.) her şey yıkılırken, jedilar ördek gibi avlanırken, anakinimin gözünü kan bürümüşken. Hah işte o şarkı ne hissettiriyorsa ondan hissediyorum.( george lucas ne içtiyse aynısından istiyorum.)
28 Ekim 2010 Perşembe
Where is the cat?


İddia ediyorum Audrey Hepburn dünyanın en güzel insanıdır. Dünyanın ikinci güzel insanıysa Edie Sedgwick kabul edilebilir. İkisinin de 60'lı yıllarda yaşaması acaba bir tesadüf müdür? Yoksa AidaBlake'in kalın kaş fetişi mi vardır? Peki neden, her şeyi batıran 2000'ler modası 60'ların cıcıığını çıkarmışken, kalın kaşa el atmaz? Biz de inceltilmekten gözükmeyen, asitmetrik kaşlardan kurtulmuş oluruz belki. Bıktım lan etrafta Dr.Frank-n-Further gibi kadınlar görmekten. Ama bak şimdi ona ayrı bi yakışıyo ince kaş, saygı duyarız ne de olsa o bi sweet transvestite from transsexual transilvania. Transilvanya demişken, Kazıklı Voyvoda'yla Fatih kankaymış ya voyvoda devşirmeyken. Sonrasını biliyorsunuz zaten, drakula mrakula. Valla Romanya'yı çok merak ediyorum aslında, soykırıma uğramış millet fetişimden olsa gerek. Hah bir de madagaskar-roumania nın da etkisi var. Bir de kimin ya hah paulo coelho'nun bi kitabı vardı cadılı, orda transilvanya falan güzel memleket düşünecek olursak. Aslında düşünecek olursak, her yer güzel memleket arkadaşım. Peki sen napıyosun? Te FSM'nin unuttuğu bütün sokaklarını ezberlediğin (hakkını yemeyelim hala çinçine gidemedim lan içimde uktedir, çaktırmıyorum), başkentlerin yüzkarası Ankara'dasın otuz senedir. E nasıl değişcek bu? Her orta halli, orta direk, 80 sonrası apolitik çekirdek Türk ailesi'nde yetişmiş orta halli (a)tipik(!) Türk kızı olarak, ya okuyacaksın ya da zengin koca bulup el değiştireceksin. Eh, ikincisi hem fiziksel hem de psikolojik açıdan kabul edilemeyeceğinden birinci şık seçilecek. Sırf güzide ülkenin mükemmel koşullarında, kendine ait bir oda(!) bulmak ve ailenin bunca yıllık yatırımlarının geri dönütü olan ("kızımız da bikbikbiki kazandı""benim kızım bukbukbukda doktora yapıyor bokbokbok mühendisi olacak.") övünmeleri sağlamak adına tutturabildiğin en yüksek puanlı yere gidecek, ikinci şıktaki gibi bedenin kullanılmasa bile ruhunu bir ofis odasına tıkacaksın. Sonra kendini avutacaksın "Benim tatilim var ki, bu parayla gezerim ben ki, hayallerimden vazgeçmedim ki, hem kariyer yapıyorum ki." Bütün hafta haftasonunu bekleyen suratsız doktorlardan, ofiste facebook'a girip farmville'de domates yetiştiren müdürlerden olacaksın. Haftasonu geldiğindeyse üstüne yavaş yavaş dar gelmeye başlamış deri ceketini giyip, asi gençlikcilik oynayacaksın. Fotoğraflarını çekip facebook'a koyacaksın. Altındaki "ilahi aida, sen kocaman bi çılgınsın<3." yorumlarını layklayacaksın pazartesi işe gittiğinde. Arada bi gözün takılacak Atlas'a National Geographic'e, "Ay aman, ben zaten karda kışta gezemezdim kendimi kandırıyordum, ben konforumu isterim arkadaşım, hem belgeseller ne güne duruyor?" diyeceksin içinden.
Ailenin sana yarattığı mutlu küçük hücreden çıkıp, kendi ellerinle inşa ettiğin, konforlu ve gösterişli hücrene döneceksin. Pardon, hiç bir yere gitmeyeceksin ki bir yere dönmüş olasın. Hayatın, sırf bedensel ihtiyaçlarını doyurmak ve sana bu muhteşem ortamı sağlayanları mutlu etmeye çalışmakla geçecek. Ellinden sonra emekli olduğunda, paran olduğunda, şimdi her şeyi yapabilirim dediğinde, gezmek istiyodun hadi gez denildiğinde, bakacaksın ki yapamıyorsun, gücün kalmamış; çünkü gücünü iğrenç modern zaman ilişkileri, işyerindeki çıkar çatışmaları, anlamsız ve anlamayan müşteriler, ödenmemiş faturalar, alınmamış kıyafetler, teknolojik oyuncaklar, türk gelenek göreneklerinin dayattığı yüzeysel ritüeller, bunların üstüne sanki bir de üstüne vazifeymiş gibi kafa yorduğun hiç değişmemiş ve değişmeyecek olan döneminin siyaseti tüketecek.

"you know what's wrong with you, miss whoever-you-are? you're chicken, you've got no guts. you're afraid to stick out your chin and say, "okay, life's a fact, people do fall in love, people do belong to each other, because that's the only chance anybody's got for real happiness." you call yourself a free spirit, a "wild thing," and you're terrified somebody's gonna stick you in a cage. well baby, you're already in that cage. you built it yourself. and it's not bounded in the west by tulip, texas, or in the east by somali-land. it's wherever you go. because no matter where you run, you just end up running into yourself."
16 Ekim 2010 Cumartesi
Kelime anlamıyla Pathetic, okunduğu gibi yazılmıyor
Anlık ruh halimi değil, durumumu yansıtan kelime başlıktaki. Belki yılda yılda bir olabilecek koşullarda, kimseyle konuşamamanın (kelime anlamıyla değil bu sefer) verdiği ego tatminsizliği de denebilecek iç sıkıntıyla kaleme, klavyeye alınan bu yazı, yazıyı yazarken farkettiğim yargılanacak olmanın verdiği hisle harmanlanacak gibiyken yazının gidişatını değiştirdim cümleyi bozarak. Çünkü (dilbilgisini desiktiredecekoldukgibi mibiraz)
çünkü açıklama ihtiyacı hissedilmesine rağmen,açıklanmayacak (üşenilecek) sebepler var, vardır. Açıklanma ihtiyacı da görülmez, tespit de yapılmaz, nokta da koyulmaz, klişe de olunmaz, egzantrik hele hiç.
Haziran'da ölmek zor, Ankara'da aşık olmak zor, ah ne kadar mükemmel ki ikisi de uzun dönem planım dahilinde değil, ne var ki üst kat komşumun bir katil olduğunun bilincindeyken, burada oturmak da zor be dostlar. Her karşılaşmada zoraki sırıtışla susturulan "Yakşamlar"ım haram olsun ona. Sonra neden hiç mahalleden arkadaşım yok. Biri mafya, diğeri fettoşçu, biri para babası. Yok mu lan bu Ankara'da bir Soho, bir Cihangir? Artık meteorolojik olarak da bohemlere, entellere uygun, ey güzel insanlar neden bu şirin şehrimize gelmemektesiniz?
İstediğiniz kadar yağmur, yağmurda ıslanmış kedi, hatta kalede sümüklü çocuklar bile var, ne duruyorsunuz dostlarım? Otoriteye mi karşı çıkacaksınız? İstemediğiniz kadar kravatlı var. Kendinize mi yabancılaşacaksınız? İş çıkışı Kızılay'ı deneyin. Sokak şarkıcılarımız bile var bizim! Neden biri de siz olmayasınız?
Oha kapkara olan hava aydınlandı, yağmur sesi de efekti, heeey bohemler i'm singin in the rain!
çünkü açıklama ihtiyacı hissedilmesine rağmen,açıklanmayacak (üşenilecek) sebepler var, vardır. Açıklanma ihtiyacı da görülmez, tespit de yapılmaz, nokta da koyulmaz, klişe de olunmaz, egzantrik hele hiç.
Haziran'da ölmek zor, Ankara'da aşık olmak zor, ah ne kadar mükemmel ki ikisi de uzun dönem planım dahilinde değil, ne var ki üst kat komşumun bir katil olduğunun bilincindeyken, burada oturmak da zor be dostlar. Her karşılaşmada zoraki sırıtışla susturulan "Yakşamlar"ım haram olsun ona. Sonra neden hiç mahalleden arkadaşım yok. Biri mafya, diğeri fettoşçu, biri para babası. Yok mu lan bu Ankara'da bir Soho, bir Cihangir? Artık meteorolojik olarak da bohemlere, entellere uygun, ey güzel insanlar neden bu şirin şehrimize gelmemektesiniz?
İstediğiniz kadar yağmur, yağmurda ıslanmış kedi, hatta kalede sümüklü çocuklar bile var, ne duruyorsunuz dostlarım? Otoriteye mi karşı çıkacaksınız? İstemediğiniz kadar kravatlı var. Kendinize mi yabancılaşacaksınız? İş çıkışı Kızılay'ı deneyin. Sokak şarkıcılarımız bile var bizim! Neden biri de siz olmayasınız?
Oha kapkara olan hava aydınlandı, yağmur sesi de efekti, heeey bohemler i'm singin in the rain!
13 Ekim 2010 Çarşamba
öyle değil böyle
Olm o değil de, bu böyle nolcak lan?
(bayılıyorum o değil de kullanmaya, kimsenin düşüncelerini kendi düşüncelerim kadar önemsemiyorum da değil, mi acaba?)
Her neyse, o değil de, yok arkadaşım, debra morgan gibiyim mübarek (onun aseksüel ve az küfürlü versiyonu heralde, topolasıca debra) etrafımdakiler ya hastalanıyor, ya taşınıyor, ya beni terkediyor, olmadı böyle.
Çok fena Yılmaz Özdil hissediyorum.
....
"Kişinin kendiyle çelişmesi onun çok boyutluluğundandır." (AidaBlake,2010)
Otep Shamaya lezbiyenmiş. (kaynak:götüm)
O morrison, where art thou? itunes da seni bulamamam, bir people are strange e muhtaç kalmam, tiki gibi konuşmam, anlamsız yazılar yazmam, 2 gündür lensimi hiç çıkarmamam, kafamın içinde zenci ( politically koyu tenli sezen cumhur önal mı ne o kadınally de çikolata tenli) soprano travestilerden oluşmuş koronun manda yuva yapmış söğüt dalına söylemesi, ruhi nin de elçinin de emrenin de beni terketmesi, bitmemiş fizik ödevleri falan
abi bu elemanlar niye eylemsiz tümceler kurar ki? bir insan bu kadar mı pasifist olur, o kadar da grup yorum dinledik amk.
kib öptüm bye
11 Ekim 2010 Pazartesi
Ders Çalışmamak İçin Yapılan Anlamsız Hareket
Ahan da budur. Ha bir de kendimi etrafındaki lümpenliklerden iğrenen kıçıboklu aristokrat gibi hissetmem de vardır, sormayın. Karşımda, abartı bir tanımlamaya değermişcesine (bulamadım da ondan böyle yazıyorum yoksaaa) duran sınav takvimim de kıçımınboklukalacağınıngöstergesigibi. Hah ne diyor idim, lümpen diyor idim, ohaohaoha kaan tangöze'nin oğlu olmuş laaan. Vay be, yılların stalkerıyım 1 ay geçmiş üzerinden, büyüyoruz azizim galiba. O değil de ne manyak bir kitleymişiz, kitleler, bu ne biçim bi sapıklıktır, bir insan başka bir insana niye bu kadar takar anlamsız. Neyse lan analı babalı büyütsünler bananeyse.
Buarada simpsons'ın dünkü bölümünün açılışı muhteşemmiş yav. cidden gidin biyerden izleyin, facebooktan paylaşın ki bir daha izleyeyim, izleyelim, izlesinler.
Burnu havada aristokrat kalın
Buarada simpsons'ın dünkü bölümünün açılışı muhteşemmiş yav. cidden gidin biyerden izleyin, facebooktan paylaşın ki bir daha izleyeyim, izleyelim, izlesinler.
Burnu havada aristokrat kalın
7 Ekim 2010 Perşembe
Ode to Ornitorenk
AidaBlake bir sabah yüksek hayalgücü ürünü fantezik düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir ornitorenge dönüşmüş olarak buldu. Bir ornitorengin boyutlarını düşünecek olursak dev yerine iri kemikli, gürbüz bir ornitorenk demek daha doğru olur tabi. Burnundaki sertliğe başta anlam veremeyen Blake, " Off amk bi sivilce daha mı çıktı?!" diye düşündü. Ne var ki, durum farklıydı: aslında bunu kısalmış bacaklarından anlaması gerekirdi, herhalde bodur bacaklı türk kızı genleri el vermemiştir.
Aida Blake sadece çizgi filmde gördüğü evlat olsa sevilmeyecek bir ornitorenge dönüşmüştür. Google'da aramaya devam ettikçe karşısına farklı bilgiler çıkmaktadır. Aslında bir yerde ornitorenk olmak o kadar kötü bile değildir. Çünkü ornitorenk bir genetik mucizesidir. Aynı anda hem kunduza hem de ördeğe benzemektedir. Sucul bir hayvan olmasına rağmen sırf cinsel iletişim için koku alma yeteneği vardır.(kaynak: tanrivarmi.blogspot.com)
Her zamanki gibi kalkmak,tuvalete gitmek, yüzünü yıkamak, suratsızca aile bireylerine günaydın demek, eline ne geçerse giyinmek, kahvaltı masasına oturmak,kalkmak, kitap arayışlarına girip çanta seçmek, bulduğu ayakkabıyı giyip, kardeşine "hadi artık be! ödev yapcam ben daha!" tarzı sevgi dolu ikazlarda bulunmaktan ibaret olan haftaiçi rituelini gerçekleştirmek üzere manevra yapan Aida, kalkar kalkmaz yere kapaklanır. O sırada, kızının düşüşünün sesini duyan baba " Gene mi düştün sapalaş, bi de bana paraşütçü olcam, motorsiklet kullancam ben diyo" der. Bir sabah için bu kadar lafın yeteceğini düşünmüş olacak ki, kapıyı açmadan kahvaltı sofrasına yönelir. Aida'ysa küçük olan odasında biraz sürünerek aynanın karşısına geçer. İşte ilk on saniye aklından geçenler:
"UYKU"
"UYUMALI"
"Bi saniye ya"
" Ne? Nasıl? O son çikolatayı yemicektim abi, tipe bak."
"Ohaohaohaoha, olm dönüştüm ben!"
"Ama ama ama neden bu garip yaratık? Neden kelebek değil, neden koala değil, kedi değil? Böceğin bile sempatik bi yanı var bi yerde çıtırt sesi falan"
"Ben neyim ya?"
"Uyusam geçer bence, ama Samsa'da yememişti o"
Neyse ki yerde olan telefonunu alır ekşiye girer, tipi ornitorenk perry'ye benzemektedir, arar ve acı gerçek:

Fakat
Aida neden bir ornitorenk olmuştur?
Kendisine zorla edindirilen araştırmacı kimliği, esinlenilen kitap üzeirne yapılan ödevler, başarısızlığın verdiği yerin dibine geçme hissi, kendini boş, anlamsız ve bir o kadar da sıradan hissetmesi Aida'yı genetik bir mucizeye dönüştürmüştür. Hayır, o ailesi için kendini feda etmemiştir. Hayır, onun konservatuara değil ilkokula götürecek bir kızkardeşi vardir. Hayır, o Samsa kadar derin bir karakter değil, bir ergendir.
1 Ekim 2010 Cuma
Ergen Strikes Back
Geçmiş günlerim için de, ergenliğimin etkilediği hormonlar yüzünden yazacaklarımdan da af dilemem. Niye dileyeyim neredeyse (!) iç çamaşırımın rengini bile bilen okur topluluğumdan? Aylar sonra, sıkıcı bir matematik dersinde bir blog sahibi olduğumun farkına varıp, hocanın "bana acı" iletili bakışlarına aldırmayıp, sıra arkadaşımın koluna yazmaktansa ( ki o da miniokurekibinden) burayı kirletmeyi uygun gördüm kendime. Ne var ki sabahtan bir anda aklıma gelen muhteşem fikirler şu an ergen aklım apayrı yerlerde olduğundan mümkün değil çıkmaz.
Şu an sorguladığım konuysa, biz ergenlerin kendilerine bir şey, özellikle sevdiği bir şey öğreten, azcık ucundan dahi yakışıklı olan hocalarına yazmalarıdır. Bunun sebebi nedir ey ahali? Erkeklerdeki milf tutkusunun kadınlarda başgöstermesi mi? Yoksa klişe yaşıtımız ergenler çok banaaaaaal mi? HAYIR hayır hayır dostlar ben cevabı buldum. Ne demiş Hazreti Ali: "bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum." E biz hormonal mutantlar da bu özlü sözü biraz fazla ciddiye almışız işte.Hele ki güzide ataerkil toplumumuzun kadın erkek ilişkilerindeki, analar tarafından yaratılmış "paşa" erkek ekolüne katlanmak durumunda kalan e dolaylı yoldan mazoşist sayılabilecek kadın figürleriyle büyüyen, hayalci genç kızlarımız! Yanlış, ÇOK YANLIŞ! Bu toplumda yürümeyen bir şey varsa o da yıllardır genç dimağların bilinçaltına yerleştirilen adaletsiz ilişki ritüelleri, aile yapıları ve kutuplaştırılmış cinsiyetlerin yüzündendir. Kahvede pineklemeyi kendine hak gören, kızını bir an önce evlendirip sepetlemeye çalışan, assslan gibi maço bilgisiz oğullar yetiştiren mükemmel babalar, evlilik yarışında sonakalıp kızkurusu olmayayım diye evlendiği adamın sözünden çıkamayan, sevgi dolu ama ezik analar, anasını örnek alıp aşkitosuyla bir an önce evlenip hormonlarını dizginlemeye çalışan genç kızlarla dolu lan bu ülke hala.
Şu üstte yazdıklarımın üzerinden bir hayli geçti, e haliyle artık hiç aman ataerkilmiş zartmış zurtmuş tespit yapasım da yok, kendi kendimi yermişim zaten şöyle bi bakınca, neyse. Ayrıca Botswana'da kadınların ortalama yaşam süresi 35'miş lan 35. Yemişim ergenliğini, cahit sıtkı orda olsa aç kalırmış düşünsene, yaş otuz beş yolun yarısı mı nası yani, dante mi dante de kim?
Araştırmadım ama zaten cahit sıtkı burda da aç kalmıştır.Hani adamlar şair falan, bohemler ya. İşte problem burda ya. Bütün iş midede, ben niye bohem olamıyorum, e kahvaltıdan sonra öğle yemeğini düşünen bi ailede büyüdüm ben, başka ne düşüneyim.
Belki de en güzeli odur, böyle uzun uzun yazmalar falan. Hayır sen düşünceksin de nolcak kıytırık adamın tekisin, onun yerine ye iç yat gez gez gez gez gez
oysa ben de isterdim böyle ateş etrafında ( hayır ergen gitarcılar yok eugene hutz var) çadırlar , pis kıyafetli elemanlar bi elinde şarap, 3 gündür uyumadan yürümüşsün, açsın bi şarabın var ama sen şarkı söylicen falan.
Düşününce anlamsız.
![]() |
Das Wilde Leben adında Uschi nam groupienin hayat hikayesini anlatan filmden bir kare (aa gitar) |
![]() |
Hutz |
Araştırmadım ama zaten cahit sıtkı burda da aç kalmıştır.Hani adamlar şair falan, bohemler ya. İşte problem burda ya. Bütün iş midede, ben niye bohem olamıyorum, e kahvaltıdan sonra öğle yemeğini düşünen bi ailede büyüdüm ben, başka ne düşüneyim.
Belki de en güzeli odur, böyle uzun uzun yazmalar falan. Hayır sen düşünceksin de nolcak kıytırık adamın tekisin, onun yerine ye iç yat gez gez gez gez gez
oysa ben de isterdim böyle ateş etrafında ( hayır ergen gitarcılar yok eugene hutz var) çadırlar , pis kıyafetli elemanlar bi elinde şarap, 3 gündür uyumadan yürümüşsün, açsın bi şarabın var ama sen şarkı söylicen falan.
Düşününce anlamsız.
26 Ağustos 2010 Perşembe
İlk Stop Motion'Imı çektiiiiiiiiiim!
Evet, diyceğim sadece bu kadar,oley.
PS: StopMotion Pro'dan nefret ettim, windows movie maker bile daha iyi.
PPS: Utanmasam koyardım videoyu da... yok ya. Bir sonraki muhteşem eserime fsm kısmet ederse.
PPPS: Bu barbie bebekleri ayakta tutturcak bi mekanizmaları olması gerek, bilinçaltına mesaj mıdır nedir? Yatacaksın!
PPPPS: Demek ki diyceğim bu kadar değilmiş.Ha hahaha
PS: StopMotion Pro'dan nefret ettim, windows movie maker bile daha iyi.
PPS: Utanmasam koyardım videoyu da... yok ya. Bir sonraki muhteşem eserime fsm kısmet ederse.
PPPS: Bu barbie bebekleri ayakta tutturcak bi mekanizmaları olması gerek, bilinçaltına mesaj mıdır nedir? Yatacaksın!
PPPPS: Demek ki diyceğim bu kadar değilmiş.Ha hahaha
1 Ağustos 2010 Pazar
Fütursuzca Filizlenmiş Fütüristik Fasafisolar
Fütursuzca yazı yazmak daha doğrusu fütursuzca yazmak, kısaca fütursuzca amına koyim. *öğretmen ses tonu*Önce başlık atılmaz evladım, konuyu bilmeden etmeden, başlık dediiğin konuyu kısaca özetleer ana fikri veriir *öğretmen ses tonu bit* ama benim konum yok tek kelime kullanmak amacım? amaç, amaç tek yol devrim ve neşe ve elele tutuşmuş obez güleryüzlü çocuklar. çocuklar şarkılar mırıldanırlar, dilbilgisi kurallarını ihlal eder onlar, çünkü onlar çocukturlar sonra da büyüyüp obsesif küçük ergenler olurlar koşarlar koşarlar yakalar onları çarlar ama sonra devrim olur ve yine koşar obez güleryüzlü çocuklar. a-a yoksa siz de kısırdöngü denince canı kısır çekenlerden misiniz? ben onlardan değilim ne saçma bir soru bu. fütursuzca fütursuzca kullanma isteğim dinmemekte ama naparsın kader, karma, kadın, kalem,kağıt * uzaklara tarık akan bakışı at* kağıt dedim ya eskiden kağıda yazılırdı la günlükler, benim ilkokul günlüklerim var, ileride şantaj malzemesi olarak kullanılsın diye bekletiyorum, olmadı yakar ısınırım, neden kağıt yakacaksam, o değil de 2012 ne boktan filmdir, olayları nasıl bi tersten algılamadır, yazık o verilen paraya, para demişken, bu dingilizler ne gereksiz adamlardır, tüm dünyanın amına koyup kendi küçük pembe evrenlerini yaratmışlardır, küçücük şeylere saçma paralar canlar harcamışlardır, ah o dingilizler yok mu ne gereksiz adamlardır, adaları batsın, ama bruce'um kurtulsun, bruce demişken ben duyucam gelecek sene "scream for me istanbul!!!!!!!!!" u, zz toptaki dedelerden biri geldi söyledi rüyamda, scream for me demişken hala brutalle ilgili araştırma yapmadım, üşeniyorum öyleyse yarın, hayat noktasız güzel, hele üçü yanyana gelmeyegörsün cinayet sebebi, ah benim bitmemiş muhteşem düşüncelerim var (üç nokta) hayallerimin sınırı yok( üç nokta) başka noktalama işareti bilmiyorum kieee (üç nokta), oysa virgül iyidir, arkadaşlar da iyidir , hayat da iyidir, lakin lig tivi kötüdür, lg yi de çok öyle ahım şahım sevmem, bir mac im olsa hayat daha mı güzel olur, bilemem hiç mac im olmadı, olursa haber veririm ama bir stratım olsaydı hayat eminim daha güzel olurdu yılların hayalini gerçekleştirmek ve sonradan gelen boşluk hissi ve aidanın fikri bir anda değişir.
yazı uzar ve ben sıkılırım, bu yazı burada biter ve ben çekip giderim.
yazı uzar ve ben sıkılırım, bu yazı burada biter ve ben çekip giderim.
Brutal Vokal Baba Boru Değil


otep shamaya var kadının geçişlerini sadece ben mi beğeniyorum bilmiyorum ama çok hoş ya. öyle olmak isterdim aslında.
Biliyorum araştırsam bulurum çok şey, detaylı anlatım ama aklıma gelmişken yazayım dedim, aklımda kalmasın. Belki ileride anlatırım ya da anlatmam zaten başkası yazıp çizmiştir bolca değil mi dostlar?
Etiketler:
angela gossow,
brutal,
kadın,
metal,
otep shamaya
31 Temmuz 2010 Cumartesi
Saçmalamak mı? Sonuna Kadar!
Kişinin kendini afişe etmesinin, reklam yapmasının moda olduğu şu günlerde, bu reklamcıları ölesiye eleştirenin blog alması ironinin allahıdır aslında. Hiç bir edebi bilgisi, anlatacakları, amacı yokken sırf bir adet daha ergenin hormonal patlamalarını anlattığı yazı okuduğu için kendini saçmalamak için zorunlu hissetmesiyse yine söz konusu kişinin, bendenizin ergenlik halinden olsa gerek diye düşünülmelidir. Neyse ki uzun süre için yazılarımın konusu yalnızlık, aile tarafından anlaşılamama, arkadaşların ibneliği, aşk acısı olmayacaktır çünkü genellikle yazıların konusu olmayacaktır ve ayrıca hangi gerizekalı tanımadığı insanlara kimsenin sikinde olmayan duygularını anlatır? Bu kişiliksizlik, ilgiye ve şefkate olan sonsuz ihtiyaç ve güçsüzlük değil de nedir?
O değil de Kuzey Kore ne menem bi yermiş, bir de kendimi bilmiş sayardım hani gezgin falan olmak istiyorum ben, tamam kapalı despot diktatörlük var biliyoruz da adamlar teknik direktörlerini asıyo lan??! E sen madem bu kadar izolesin niye dünya kupasına katılırsın adam? (Seslenilen Kim Jong İl olmalı herhalde) Ayrıca madem sen Dünya Kupası'na katılıyorsun neden websiten ortaokulda öğrencilere öğretilen html bazlı lan?? Photoshopu da paintte mi yapıyosun sen aslanım? Hani nükleer teknoloji? Yok kuzum hepsi asker zihniyeti yüzünden valla bak. Ben biraz daha okuyup geliyim Kuzey Kore hakkında çok enteresan yermiş aslında, görmek lazım.
Yazının çizgisinin konulu anlatıma kaymaya başlamasıyla titredim ve kendime geldim. Hayat cidden çok garip lan, dahi anlamındaki de yi ayrı yazamayan içinde bulunduğum kıçıboklu kitle, daha düşünemeden düşüncelerini yazıyo falan. Ya utandım yazdıklarımdan şimdi kendi içinde çelişen farklı asi alternatif kuul genç olarak, oysa saçmalama özgürlüğümü kimse okumadan yaşamak tek dileğimdi, neyse sağlık olsun.
![]() |
Baba Sen Naptın Ya?? |
ve Evet, ilk konusuz blog yazımı rötarlı ve anlamsız bi şekilde bitirdim, nice üç noktasız, duygusuz ve anlamsız yazılara dostlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)