28 Ekim 2010 Perşembe

Where is the cat?



İddia ediyorum Audrey Hepburn dünyanın en güzel insanıdır. Dünyanın ikinci güzel insanıysa Edie Sedgwick kabul edilebilir. İkisinin de 60'lı yıllarda yaşaması acaba bir tesadüf müdür? Yoksa AidaBlake'in kalın kaş fetişi mi vardır? Peki neden, her şeyi batıran 2000'ler modası 60'ların cıcıığını çıkarmışken, kalın kaşa el atmaz? Biz de inceltilmekten gözükmeyen, asitmetrik kaşlardan kurtulmuş oluruz belki. Bıktım lan etrafta Dr.Frank-n-Further gibi kadınlar görmekten. Ama bak şimdi ona ayrı bi yakışıyo ince kaş, saygı duyarız ne de olsa o bi sweet transvestite from transsexual transilvania. Transilvanya demişken, Kazıklı Voyvoda'yla Fatih kankaymış ya voyvoda devşirmeyken. Sonrasını biliyorsunuz zaten, drakula mrakula. Valla Romanya'yı çok merak ediyorum aslında, soykırıma uğramış millet fetişimden olsa gerek. Hah bir de madagaskar-roumania nın da etkisi var. Bir de kimin ya hah paulo coelho'nun bi kitabı vardı cadılı, orda transilvanya falan güzel memleket düşünecek olursak. Aslında düşünecek olursak, her yer güzel memleket arkadaşım. Peki sen napıyosun? Te FSM'nin unuttuğu bütün sokaklarını ezberlediğin (hakkını yemeyelim hala çinçine gidemedim lan içimde uktedir, çaktırmıyorum), başkentlerin yüzkarası Ankara'dasın otuz senedir. E nasıl değişcek bu? Her orta halli, orta direk, 80 sonrası apolitik çekirdek Türk ailesi'nde yetişmiş orta halli (a)tipik(!) Türk kızı olarak, ya okuyacaksın ya da zengin koca bulup el değiştireceksin. Eh, ikincisi hem fiziksel hem de psikolojik açıdan kabul edilemeyeceğinden birinci şık seçilecek. Sırf güzide ülkenin mükemmel koşullarında, kendine ait bir oda(!) bulmak ve ailenin bunca yıllık yatırımlarının geri dönütü olan ("kızımız da bikbikbiki kazandı""benim kızım bukbukbukda doktora yapıyor bokbokbok mühendisi olacak.") övünmeleri sağlamak adına tutturabildiğin en yüksek puanlı yere gidecek, ikinci şıktaki gibi bedenin kullanılmasa bile ruhunu bir ofis odasına tıkacaksın. Sonra kendini avutacaksın "Benim tatilim var ki, bu parayla gezerim ben ki, hayallerimden vazgeçmedim ki, hem kariyer yapıyorum ki." Bütün hafta haftasonunu bekleyen suratsız doktorlardan, ofiste facebook'a girip farmville'de domates yetiştiren müdürlerden olacaksın. Haftasonu geldiğindeyse üstüne yavaş yavaş dar gelmeye başlamış deri ceketini giyip, asi gençlikcilik oynayacaksın. Fotoğraflarını çekip facebook'a koyacaksın. Altındaki "ilahi aida, sen kocaman bi çılgınsın<3." yorumlarını layklayacaksın pazartesi işe gittiğinde. Arada bi gözün takılacak Atlas'a National Geographic'e, "Ay aman, ben zaten karda kışta gezemezdim kendimi kandırıyordum, ben konforumu isterim arkadaşım, hem belgeseller ne güne duruyor?" diyeceksin içinden.


Ailenin sana yarattığı mutlu küçük hücreden çıkıp, kendi ellerinle inşa ettiğin, konforlu ve gösterişli hücrene döneceksin. Pardon, hiç bir yere gitmeyeceksin ki bir yere dönmüş olasın. Hayatın, sırf bedensel ihtiyaçlarını doyurmak ve sana bu muhteşem ortamı sağlayanları mutlu etmeye çalışmakla geçecek. Ellinden sonra emekli olduğunda, paran olduğunda, şimdi her şeyi yapabilirim dediğinde, gezmek istiyodun hadi gez denildiğinde, bakacaksın ki yapamıyorsun, gücün kalmamış; çünkü gücünü iğrenç modern zaman ilişkileri, işyerindeki çıkar çatışmaları, anlamsız ve anlamayan müşteriler, ödenmemiş faturalar, alınmamış kıyafetler, teknolojik oyuncaklar, türk gelenek göreneklerinin dayattığı yüzeysel ritüeller, bunların üstüne sanki bir de üstüne vazifeymiş gibi kafa yorduğun hiç değişmemiş ve değişmeyecek olan döneminin siyaseti tüketecek.

Ben bunları biliyorum. Oysa aklımda Breakfast at Tiffany's tadında hoş,tatlı,romantik saçmalıklar vardı, içimdeki dizginlenemez 60lar aşkını anlatacaktım. 60'lardaki aşkı anlatacaktım. Dip boyası gelmiş sarışınlığın bile yakıştığı edie'yi anlatacaktım. Aman zaten bana yakışmazdı.




"you know what's wrong with you, miss whoever-you-are? you're chicken, you've got no guts. you're afraid to stick out your chin and say, "okay, life's a fact, people do fall in love, people do belong to each other, because that's the only chance anybody's got for real happiness." you call yourself a free spirit, a "wild thing," and you're terrified somebody's gonna stick you in a cage. well baby, you're already in that cage. you built it yourself. and it's not bounded in the west by tulip, texas, or in the east by somali-land. it's wherever you go. because no matter where you run, you just end up running into yourself."

1 yorum:

  1. Hepimiz için geçerli olan/olacak olan biyografi yazsalar böyle bir şey olurdu herhalde.
    Bir de, "Life imitates art more than art imitates life" sözü çok doğru olsa da yanlış sanki, zira hayat sanatı taklit etmeyi pek de beceremiyor.




    Hayır nolurdu sanki birazcık filmlere benzeseydi.
    Peh.

    YanıtlaSil